40,2601$% 0.13
46,7458€% 0.13
53,9601£% 0.23
4.316,24%0,46
3.337,10%0,40
10.198,76%-0,26
19 Eylül 2025 Cuma
Pop kültürü ve yaşam tarzı alanında dünyanın lider markalarından Funko, Türkiye pazarındaki varlığını güçlendirmek amacıyla resmi distribütörü olarak Monkey Distribution’ı seçti. Bu iş birliğiyle koleksiyon figürleri ve yaşam tarzı kategorilerindeki ürünler, ülkenin önde gelen satış kanallarında hayranlarıyla buluşacak.
Pop kültürü ve yaşam tarzı alanında dünyanın lider markalarından Funko Inc., Türkiye’de resmi distribütörü olarak Monkey Distribution’ı seçtiğini açıkladı. Bu adım, 2015 yılında ABD’de başlayıp 2017’de Avrupa’ya uzayan iş birliğinde yeni bir sayfa açıyor.
Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da 5.000’den fazla noktaya ulaşan Monkey Distribution, artık Türkiye genelinde de Funko ürünlerini hayranlarıyla buluşturacak. Buna, koleksiyon figürü mağazaları, teknoloji, elektronik, hediye, oyuncak, müzik ve oyun mağazaları, kırtasiye, zincir market ve önde gelen e-ticaret platformları dahil olacak.
Türkiye’nin popüler kültür açısından heyecan verici ve hızla büyüyen bir pazar olduğunu vurgulayan Funko EMEA ve Asya Satışlarından Sorumlu Kıdemli Başkan Yardımcısı Malcolm Ottley, “Monkey Distribution bölgeyi çok iyi tanıyor ve hayranların sevdikleri karakterler, hikâyeler ve markalarla daha güçlü bağlar kurabilmesi için bizimle aynı vizyonu paylaşıyor” ifadesinde bulundu.
Funko’nun Türkiye distribütörü olarak atanmanın gururunu yaşadıklarını belirten Monkey Distribution Pazarlama Müdürü Merve Arslan, MENA bölgesindeki başarılarından aldıkları güçle, marka deneyimini zenginleştirmeye ve Funko ile her buluşmayı keyifli ve unutulmaz kılmaya odaklandıklarını ifade etti.
Bu iş birliği, Funko ile Monkey Distribution arasındaki uzun vadeli ortaklığın yeni bir adımı. Türkiye pazarına açılım, eğlence, spor, anime ve daha pek çok alanı kapsayan Funko’nun küresel portföyüne daha geniş erişim sunarak iki şirketin de bu pazarda büyüme ve hayranlara daha iyi bir deneyim sağlama konusunda ortak hedefe koştuğunu ortaya koyuyor.
Bursa’nın İnegöl ilçesinde yaşayan 12 yaşındaki Ali Doğan, küçük yaşına rağmen sanat dünyasında dikkat çekici bir çıkış yaptı. Resim yolculuğuna 6 yaşında başlayan genç yetenek, şimdiye kadar beş sergi açtı ve eserlerini sanatseverlerle buluşturdu. Son olarak Beşiktaş’ta düzenlenen 3. Karma Sergi’ye katılan Ali, 11 sanatçıyla birlikte toplamda altıncı sergi deneyimini yaşadı. Sergi, 25 Eylül 2025’e kadar ziyaret edilebilecek.
Sanat çevreleri, Ali’yi “yaşının çok üstünde bir yetenek” olarak değerlendiriyor. Otizmli ve üstün yetenekli genç sanatçı, sergilerdeki sıra dışı enerjisi ve streotipik hareketleriyle hem şaşırtıyor hem de hayranlık uyandırıyor.
Ali’nin resimlerinde en çok öne çıkan tema hayvanlar. Onları gözlemleyen ve bakımını üstlenen genç ressam, keçi ve koyun yavrularını biberonla besliyor, sevdikleri otları araştırıp topluyor. Bu sevgisini tuvale yansıtan Ali, “Onları resmetmek bana mutluluk veriyor” diyor.
Hayal gücüyle de dikkat çeken Ali, gelecekte kutup ayısı ya da goril babası olmak istediğini söylüyor. Nedenini ise şöyle açıklıyor:
“Çünkü onların çocuklarına daha fazla sevgi gösterdiklerini ve daha iyi ebeveyn olduklarını düşünüyorum.”
İnsanlık tarihine de ilgi duyan Ali, özellikle savaşların ve çocuklara verilen zararın kendisini derinden üzdüğünü belirtiyor. Resimlerinde barış, sevgi ve doğa sevgisini anlatmayı hedefleyen genç sanatçı, “Ben kimseye benzemek istemiyorum. İçinizden biri değilim, sadece kendim olmaya çalışıyorum” diyerek sanat yolculuğunu özetliyor.
Eserleriyle çeşitli gazetelerde yer bulan Ali Doğan, resim yaparken çektiği videoları ve çalışmalarını @bluegorillaarts adlı Instagram hesabından paylaşıyor.
Havacılık tarihi, modern insanın gökyüzüne olan yolculuğunu güvenli hâle getirmek için sürekli öğrenilen bir dizi trajedi ile doludur. Bu trajediler, sadece teknik hataların değil, aynı zamanda insan faktörünün ve çevresel koşulların bir araya gelmesiyle meydana gelir. 1972 yılında yaşanan Alitalia Flight 112 kazası, Avrupa havacılık tarihinde önemli bir yer tutar. Kazada 115 kişi hayatını kaybetmiş ve olay, İtalya’nın Palermo bölgesinde büyük bir şok yaratmıştır.
Bu yazıda, Alitalia Flight 112’nin seyrini, kazanın nedenlerini, sonuçlarını ve havacılık güvenliği açısından çıkarılabilecek dersleri detaylı bir şekilde ele alacağız.
Alitalia Flight 112, Roma’dan İtalya’nın Sicilya bölgesindeki Palermo Havalimanı’na düzenlenen planlı bir iç hat seferiydi. Uçuş, McDonnell Douglas DC-8 tipi uzun menzilli bir jet ile gerçekleştirilmekteydi. Bu uçak, o dönemde havacılık teknolojisinin önde gelen modellerinden biri olarak kabul ediliyordu ve güvenilirliğiyle biliniyordu.
Uçakta toplam 115 kişi bulunuyordu; bunların çoğu iş ve turistik amaçlarla seyahat ediyordu. Mürettebat deneyimli pilotlar ve kabin ekibinden oluşuyordu. Seferin başlangıcında her şey yolundaydı; kalkış sorunsuz gerçekleşti ve uçak rotasına girdi.
Alitalia Flight 112, Palermo’ya yaklaşırken kötü hava koşulları ve yoğun bulut örtüsü ile karşılaştı. Görüş mesafesi azalmış, radar ve navigasyon ekipleri yoğun bir şekilde kullanılıyordu. Bu sırada uçak, alçalmaya başladı ve iniş yaklaşımı sırasında yerel dağlık arazinin etkisiyle tehlikeli bir durum oluştu.
Kokpit ekibi, iniş sırasında arazinin doğru bir şekilde izlenebilmesi için navigasyon göstergelerine odaklandı. Ancak, radar ve yer bilgileri yeterince doğru yorumlanamadı. Bu durum, uçağın dağlık bölgeye çarpmasına yol açtı. Uçak, Palermo yakınlarındaki bir dağa çarptığında enkaz geniş bir alana yayıldı.
Kazanın şiddeti o kadar yüksekti ki, kurtarma ekiplerinin olay yerine ulaşması ve hayatta kalanları güvenli bölgeye taşıması oldukça zor geçti. Uçaktaki 115 kişi hayatını kaybetti, kazadan sağ kurtulan olmadı.
Kazadan sonra İtalya Sivil Havacılık Kurumu ve uluslararası havacılık otoriteleri tarafından kapsamlı bir soruşturma başlatıldı. Araştırmalar, kazanın birden fazla faktörün birleşmesiyle meydana geldiğini ortaya koydu:
Pilotların iniş sırasında arazinin yüksekliği ve uçağın konumu hakkında tam farkındalık sağlayamaması kazanın başlıca nedenlerinden biri olarak belirlendi. Yetersiz dikkat ve navigasyon hatası, trajedinin boyutunu artırdı.
Kaza günü Palermo çevresinde yoğun bulut ve sis vardı. Görüş mesafesinin sınırlı olması, iniş sırasında pilotların karar vermesini zorlaştırdı ve güvenli inişi risk altına aldı.
DC-8’in navigasyon sistemleri dönemin standartlarına göre iyiydi ancak teknolojik sınırlamalar nedeniyle dağlık araziyi tam olarak tespit edemedi. Ayrıca, hava trafik kontrol ile pilotlar arasındaki iletişimde bazı gecikmeler yaşandı. Bu gecikmeler, uçağın güvenli iniş için gereken hassasiyeti kaybetmesine yol açtı.
Alitalia Flight 112 kazası, Avrupa havacılık güvenliği açısından önemli bir dönüm noktası oldu. Bu trajedi, özellikle iç hat seferlerinde navigasyonun ve insan faktörünün önemini gözler önüne serdi.
Kazadan sonra pilot eğitim programları yeniden yapılandırıldı. Özellikle dağlık ve zorlu hava koşullarında iniş simülasyonları, pilotların kriz anlarında doğru kararlar alabilmesi için zorunlu hale getirildi.
Olay, kokpit ekibi ile hava trafik kontrolü arasındaki iletişimin önemini bir kez daha ortaya koydu. Kazadan sonra, operasyonel protokoller gözden geçirildi ve iletişim süreçleri sıkılaştırıldı.
Kazanın ardından, uçaklarda kullanılan navigasyon sistemlerinin doğruluğu ve dağlık bölgelerdeki uygulamalar gözden geçirildi. Bu olay, GPS ve modern radar sistemlerinin önemini artıran bir döneme işaret etti.
Kazanın ardından Palermo ve tüm İtalya halkı büyük bir yas yaşadı. Ölen yolcuların aileleri için kayıp, büyük bir travma anlamına geliyordu. Acil kurtarma ekipleri, enkaz bölgesinde hem fiziksel hem de psikolojik olarak zorlu bir operasyon yürüttü.
Medyada geniş yer bulan kazanın görüntüleri ve detayları, halkın havacılık güvenliği konusunda farkındalığını artırdı. Bu trajedi, aynı zamanda havacılık sektöründe güvenlik kültürünün geliştirilmesine öncülük etti.
Alitalia Flight 112, havacılık dünyasına birçok ders bırakmıştır:
Alitalia Flight 112 kazası, Avrupa havacılık tarihinde unutulmaz bir trajedi olarak kayıtlara geçti. 115 kişinin yaşamını yitirdiği bu olay, insan faktörünün, hava koşullarının ve teknolojik sınırlamaların birleştiğinde ne kadar yıkıcı olabileceğini gözler önüne serdi.
Bugün, uçaklar çok daha gelişmiş sistemlerle donatılmış ve pilotlar zorlu senaryolar için kapsamlı eğitimlerden geçirilmekte. Ancak geçmişte yaşanan kazalar, bize her zaman bir hatırlatma olarak kalacak: Havacılıkta güvenlik, hem teknolojinin hem de insan becerisinin kusursuz iş birliğine bağlıdır.
Alitalia Flight 112, kayıpların hatırlanması ve gelecekteki kazaların önlenmesi için hâlâ önemli bir ders niteliği taşımaktadır. Her trajedi, gökyüzünde daha güvenli bir seyahat için bize yol gösterir. Bu kaza da, hem kayıpların anısını yaşatmak hem de havacılık güvenliği farkındalığını artırmak açısından unutulmaması gereken bir olaydır.
Havacılık, modern ulaşımın en güvenli yollarından biri olarak kabul edilir. Bununla birlikte, geçmişte yaşanan kazalar, güvenlik önlemlerinin sürekli geliştirilmesinin ne kadar hayati olduğunu gösteriyor. 6 Temmuz 2013 tarihinde gerçekleşen Asiana Airlines Flight 214 olayı, Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan ve havacılık tarihinde önemli dersler bırakan trajik kazalardan biridir. Bu uçuş sırasında üç yolcu yaşamını yitirmiş, çok sayıda kişi yaralanmıştır.
Bu yazıda, Asiana Airlines Flight 214’ün seyrini, kazanın nedenlerini, sonuçlarını ve havacılık güvenliği açısından çıkarılabilecek dersleri inceleyeceğiz. Amacımız, yaşanan trajediyi anlatmak ve gelecekte benzer olayların önlenmesine ışık tutmaktır.
Asiana Airlines Flight 214, Güney Kore’nin başkenti Seul’den, Amerika’nın batı kıyısındaki San Francisco Uluslararası Havalimanı’na yapılacak bir uzun menzilli seferdi. Uçuşta Boeing 777-200ER tipi geniş gövdeli bir uçak kullanılıyordu. Uçakta toplam 307 yolcu ve mürettebat bulunuyordu.
Uçuş, başlangıçta sorunsuz geçti. Kalkış, Seul’den planlandığı gibi gerçekleşti ve uçak Pasifik Okyanusu üzerinde rota boyunca ilerlerken herhangi bir teknik arıza veya ciddi hava olayı yaşanmadı. Yolcular, yaklaşık 11 saat süren yolculuk boyunca konforlu bir seyahat deneyimi yaşadılar. Ancak iniş sırasında olaylar beklenmedik bir şekilde gelişti.
Flight 214, San Francisco’ya yaklaşırken hava koşulları görece normaldi. Ancak uçak, iniş için gerekli hız ve irtifa kontrolünde sorunlar yaşadı. Kokpit ekibi, iniş sırasında otomatik iniş sistemini kullanmak yerine manuel kontrolü tercih etti. Bu süreçte uçak, piste planlanandan daha düşük bir hızla yaklaştı.
Pilotlar, uçağın hızını artırmak için manevralar yaptı, ancak motor güçleri yeterince hızlı tepki vermedi. Sonuç olarak, uçak pistin sonuna yaklaşmadan önce piste temas etti ve iniş sırasında uçağın burnu yere çarptı. Bu temas, iniş takımlarının ve uçağın yapısının ciddi şekilde zarar görmesine yol açtı.
Uçağın çarpması sonucu, iniş takımları çöktü ve gövde pistten saparak yan yatmaya başladı. Bu durum, enkazın geniş bir alana yayılmasına neden oldu. Havaalanındaki itfaiye ve acil müdahale ekipleri hızla olay yerine ulaştı. Ancak patlama ve yangın riski nedeniyle kurtarma çalışmaları zorlu geçti.
Kazanın bilançosu acı vericiydi: uçakta bulunan üç yolcu hayatını kaybetti, yüzlerce kişi çeşitli düzeylerde yaralandı. Yaralıların çoğu, düşme ve enkazdan kaçma sırasında yaşadığı travmalar nedeniyle ciddi şekilde etkilendi. Kazadan sağ kurtulan yolcular, olayın şokunu uzun süre üzerinden atamadı.
Kazadan sonra ABD Ulusal Ulaşım Güvenliği Kurulu (NTSB) tarafından kapsamlı bir soruşturma yürütüldü. İncelemeler, kazanın birkaç kritik faktörün birleşmesiyle meydana geldiğini ortaya koydu:
Soruşturma raporlarına göre, pilotlar iniş sırasında uçağın hızını yeterince kontrol edemedi. Hızın düşük olması, uçağın pist boyunca yeterli stabiliteyi kaybetmesine ve nihayetinde burun inişinin hasara yol açmasına neden oldu.
Kokpit ekibi arasında iniş sırasında yeterli iletişim ve koordinasyon sağlanamadı. Bu eksiklik, kritik anlarda uygun önlemlerin alınamamasına yol açtı.
Boeing 777’nin otomasyon sistemleri, manuel kontrolle uyumlu çalışacak şekilde tasarlanmıştı. Ancak uçuş ekibi, sistemleri tam anlamıyla değerlendiremedi ve otomasyonun sağladığı avantajları etkin şekilde kullanamadı.
Kazadan sağ kurtulan yolcular, olay sırasında yaşadıkları korkuyu ve panik ortamını yıllarca unutamayacaklarını ifade ettiler. Acil çıkış kapıları ve tahliye kaydırakları, birçok kişinin hayatını kurtardı. Ancak yaralanan yolcuların psikolojik etkileri uzun süre devam etti.
Mürettebat için ise bu kaza, mesleki hayatlarının en zor sınavı oldu. Pilotlar ve kabin ekibi, hem kazayı önlemeye çalışmanın baskısı hem de hayatta kalan yolcuları güvenli bir şekilde tahliye etmenin sorumluluğu altında büyük stres yaşadı.
Asiana Airlines Flight 214 kazası, modern havacılıkta insan faktörünün önemini bir kez daha ortaya koydu. Kazadan çıkarılabilecek başlıca dersler şunlardır:
Asiana Airlines Flight 214 kazası, dünya medyasında geniş yankı uyandırdı. Olayın detayları, kazadan kurtulan yolcuların ifadeleri ve kurtarma çalışmaları medyada geniş yer buldu. Bu trajedi, havacılık güvenliği konusunda farkındalığı artırdı ve benzer kazaların önlenmesi için çeşitli önlemler alınmasını teşvik etti.
Asiana Airlines Flight 214 olayı, havacılık tarihinde önemli bir ders niteliği taşır. Bu trajedi, sadece üç kişinin hayatını kaybetmesine yol açmakla kalmadı; aynı zamanda modern uçaklarda pilotların eğitimi, otomasyon sistemlerinin etkin kullanımı ve ekip içi iletişimin ne kadar kritik olduğunu gösterdi.
Bugün, uçaklar daha gelişmiş sistemlerle donatılmış olsa da, insan faktörü hâlâ güvenli uçuşun merkezinde yer alıyor. Asiana Airlines Flight 214’ün trajik hikayesi, gelecekteki kazaların önlenmesi için önemli bir rehber olmaya devam ediyor.
Her kaza, gökyüzünde daha güvenli bir seyahat için bir uyarı niteliği taşır. Asiana 214, hem kayıpların anısını yaşatmak hem de havacılık güvenliğinin önemini hatırlatmak açısından unutulmaması gereken bir olaydır.
Kanada’nın en prestijli ödüllerinden biri olan Leo Awards’ta adaylık elde eden oyuncu ve yönetmen Gizem Tataroğlu, yazıp yönettiği kısa film Cargo ile Canadian Screen Awards için ön seçme hakkı kazandıran Abbotsford Film Festivali’nin resmi seçkisine dahil edildi.
Dünya çapında dikkat çeken film, Paris Movie Awards’ta “En İyi Kısa Dans Filmi” ödülünü alırken, İngiltere’de düzenlenen Fisheye International Film Festival’de hem “En İyi Kısa Dans Filmi” hem de “En İyi Koreografi” dallarında birinciliğe layık görüldü. Cargo, bugüne dek 13 farklı uluslararası festivalde izleyiciyle buluştu.
Başarılarının ardından yeniden İstanbul’a dönme kararı alan Tataroğlu, bu adımını şu sözlerle ifade etti:
“İstanbul benim için yalnızca bir şehir değil; köklerime, hikâyeme ve hayallerime yeniden kavuşma alanı. Vancouver’da çok kültürlü ekiplerle çalışarak uluslararası bir bakış açısı kazandım. Şimdi doğduğum topraklara, edindiğim bu birikimle dönüyorum.”
Sanatsal yolculuğunun merkezine değinen Tataroğlu, Cargo’nun kendisi için özel bir yeri olduğunu dile getirdi:
“Cargo, sanatımın özündeki temaları açığa çıkardı: kadın, göç, kimlik, gölgeler, özgürlük arayışı ve direniş. Bu başarılarla birlikte film için artık ‘Oscar yolunda kapılar aralandı’ diyebilirim.”
Estetik anlayışının beslendiği noktalardan bahseden sanatçı, Rembrandt’ın ışık oyunları, Hieronymus Bosch’un alegorik resimleri, Banksy’nin politik dili ve Albert Camus’nün varoluşçu felsefesinden ilham aldığını belirtti. Sanatını şu sözlerle tanımladı:
“Benim hikâyem daima gölgelerle ışığın yan yana varoluşu oldu. Gerçek sanat, acıları, dönüşümleri ve gölgeleri fark etmekle başlıyor.”
Yeni nesil sinemada güçlü kadın karakterlerden biri olarak anılma ihtimaline ilişkin düşüncelerini de paylaşan Tataroğlu, cesaretin yolculuğunda en önemli pusula olduğuna vurgu yaptı:
“Kadın, göç ve kimlik gibi temalara eğilmek kolay bir seçim değil. Ama bana göre sanatın özü tam da burada başlıyor. Eğer bir gün ‘yeni nesil sinemanın güçlü kadın figürlerinden biri’ olarak anılırsam, bunun kaynağı cesur tercihlerim olacak.”
Oyunculuk ile yönetmenlik arasında kurduğu bağa da değinen Tataroğlu, kamera önündeki deneyimlerinin yönetmenliğine katkı sunduğunu, yönetmenlikteki vizyonunun ise oyunculuğunu daha da derinleştirdiğini aktardı. İstanbul’daki kariyerine dair hedefini ise şu şekilde özetledi:
“Türkiye’nin güçlü dizi ve sinema dünyasında, merkezinde kadınların yer aldığı hikâyelerle izleyiciye dokunmaya hazırım.”Son olarak, Tataroğlu’nun Cargo filmiyle 27-30 Kasım tarihlerinde Vancouver’da düzenlenecek Vancouver Türk Film Festivali’ne de seçildiği açıklandı.